Bir Yazar: Gavin Fridell ve kitabı: Kahve
Bir çok konuda kitabı ve makalesi olan Kanada’lı Gavin Fridell, kahve üzerine de bir çok makale kaleme almış. 2014 senesinde “Kahve” adında bir kitap yazan Fridell, kitabında; kahvenin görünmeyen yüzü olan kahve ticaretindeki kapitalizm etkisini ele almış.
Biz de; Nora Burkey ile yapmış olduğu 2014 tarihli röportajından bazı kesitlerle; yazarı ve kahve üzerine olan kitabını birlikte keşfedelim istedik.
-Kahveyi, ticari bir ürün olarak ele alma fikri nereden çıktı?
Kahveye olan merakının, kahve sevgisiyle başlatan bir çok insan duymuşsunuzdur. Bu benim hikayem değil. Ben her zaman dünya tarihiyle ilgilendim ve bir tarihçi olmamama rağmen; (siyaset bilimcisiyim); esasen tarih okuyarak buna başladım. Sosyal adalet ve ürün ticaretinin acı veren tarihiyle daha çok ilgilenmeye başladığımdan beri, eşyalarımızın nereden geldiğini oldukça merak etmeye başladım. Araştırmaya başladığımda çok kahve içmiyordum. O zamandan beri kahve kalite tercihimi ve kahve tüketimimi arttırdım. Fakat bu serüvene başladığımda durum böyle değildi.
-Sizi, diğer ürünlerden ziyade, özellikle kahveye odaklanmanıza iten şey neydi?
Adil Adalet (Fair Trade), başlangıçta beni olumlu bir açıdan kendine çekmişti. Yıllar geçtikçe, Adil Adalet’in ve benzer programların sınırlarını gördükçe kuşkuyla yaklaşmaya başladım. İçimdeki tarih tarafım, romantik olan kısımları sorgulamamı ve sıkıcı kısımların ise romantik olmasına neden oldu. Uluslararası Emtia Anlaşması (International Commodity Agreement-ICA) hakkında konuşmak; ki “Alternative Trade: Legacies for the Future” adlı kitabımda da bahsettim; genellikle çok da çekici bir konu olarak görülmez ancak Adil Ticaret hakkında konuşmak daha çekicidir.
ICA’nın problemleri vardı; fakat 1976 ile 1989 arasındaki ortalama kahve ücretleri eşitti ve bugün çoğunlukla Adil Ticaret diye adlandırdığımız ücretlerin iki katı kadardı. Ve dünyadaki 25 milyon kahve üreticisinin ailesine bu ücretler ulaştı. Adil ticarette bu oran %3.
-Alternatif Ticaret’te, kahve ve ICA hakkındaki bölümlerin yanında, muz ve buğdayı da tartışıyorsunuz. Bu kitabınızda, kahve, kahve bölümünün sadece bir detaylandırmasından mı oluşuyor?
Bu kitabım, “Kahve”, kahve ve devlete odaklanıyor. Temel argüman, küresel kahve pazarının işleyişinde devletin kesinlikle merkezde yer almasını irdeliyor. Örneğin Vietnam’ın küresel pazarda küçük bir payı vardı ancak en büyük oyunculardan biri haline geldi. Bunun piyasadaki dinamiklerle ilgisi yok. Vietnam devleti tarafından bir yönetilme ve yönlendirme söz konusu. Devlet bütün giderlere destek oldu, küçük işçi statüsündeki elemanları kahve için çalışır hale getirdi ve ihtiyaçları olan her şeyi onlara sağladı. Böylece bu ülkedeki kahve endüstrisi, devletin yatırımları sayesinde, hiç olmadığı kadar hızlı bir şekilde gelişti. Aslında bu bir kumardı ama onlar bunu kazandı. Şimdi ise; Dünya Bankası, Vietnam devletine, çiftçiler için dünyadaki en iyi krediyi sunmayı gözetiyor. Çok sıklıkla devletler bunu kötüye kullanır ama aynı zamanda iyi şekillerde de kullanılabilir. “Colombia” ve “Costa Rica” gibi gelişen kahve ekonomilerinin gelişebilmesinin nedeni; devletin kahve ekonomisindeki rolünü ve yararlarını tanıyıp, anlayanlar arasında yer almasından kaynaklanır.
-Günümüz kahve endüstrisinde çevresel ve sürdürülebilirlik politikasının durumu hakkın ne düşünüyorsunuz? (*Sürdürülebilirlik: kahve çiftçilerinin uzun vadede daha kaliteli ve fazla kahve ekmelerine yardımcı olan; çiftçilerin ve ailelerinin kahve tarımı yaparak iyi yaşayabilmelerine olanak sağlayan politikanın adıdır.)
Günümüzdeki en büyük mesele sürdürülebilirliğin gerçekten arttırılıp arttırılamayacağı olabilir. Sürdürülebilirlik çabalarımızı ve daha çok çiftçiye ulaşmanın artmasına ihtiyaç duymamızla ilgili yeni bir fikir birliği var. Ancak bunları arttırmaya çalışmak başka şeylerden ödün vermek demek olabilir. Bu şu anlama geliyor; dünyadaki, ulaşabildiğimiz kadar sürdürülebilir sertifikaya sahip poşetleri elde etmemizi sağlayacak bir yol bulmamız gerekiyor ve bunu ancak standartlarımızı düşürerek yapmamız mümkün. ICO, bu konuyu mükemmel bir şekilde ele aldı ve umarım gerçek bir liderlik rolü üstlenip kendini hayata yeniden döndürebilir.
-Peki, kahve hakkında yazmaya başladığınızdan bu yana sürdürülebilirlik açısından ilerleme kaydedildiğini düşünüyor musunuz?
Çok fazla ilerileme kaydedildiğini düşünmüyorum. Biz sadece satış gelişimi konusunda bir ilerleme sağladık. Bugün endüstride talep edilir olmak yıllardır aynı çözümlerle mümkün. Bunu 80’lerden beri konuştuğumuz iki konuya indirgeyerek anlatırsam eğer; bunlar üretkenlik ve kalitedir. Uzun zamandır hikayenin özü budur. Maalesef, çiftçiler kalite ve üretkenliği geliştirmek için çok zaman harcayabilir, fakat büyük küresel şartlar içerisinde ele alırsak; küçük çiftçiler için ekonomik sürdürülebilirliği sağlayamayacak. Bu sadece sektördeki büyük oyuncular için işe yarar ve bu başı çeken liderler için, kesinlikle, ekonomik sürdürülebilirlik mümkün olacak. Gelecek 15 yıl içerisinde tonlarca para kazanacaklar. Bunun kahve çiftçiliği yapan ailelere yarayıp yaramayacağı ise farklı bir tartışma konusu. Kahve üretimi yapan ülkelerdeki genç insanlar artık kahve çiftçiliği yapmak istemiyorlar. Bunu anlayabilirim; eğer başka yerlerde iyi işler bulup, onları tercih ediyorlarsa. Ancak kahve endüstrisinin de, kalıplaşmış marjinal başka işlere kıyasla, iyi iş teklifleri sunabilecek olmasını düşünmek çok da naif bir düşünce olmasa gerek.
-Adil Ticaret, devam etmek için, kahve pazarına ve tüketicilere güveniyor. Çalışmanızı bunun ışığında değerlendirirseniz nasıl görüyorsunuz?
Ben her zaman çalışmalarımda Adil Ticaret’in başarmak istediklerini gözeterek; onlarla dayanışmada oldum. Çünkü Adil Ticaret her zaman aşağıdan yukarıya hareketi sağlayan bir taban örgütlenmesi olmuştur. Bu kurumsal anlamda sosyal sorumluluğu motive eden bir şey değildir. Farklı motivasyonlar içerir. Benim deneyimlerime göre, şu anda gördüğümüz kahve ticareti Adil Ticaret’in gerçekte istediği bir şekilde değil. Küresel pazarın gücünün, destekçilerinin en iyi niyetlerine rağmen, bu projelere nasıl zarar verdiğini hepimiz gördük. Ben, hala Adil Ticaret kahvesi satın alıyorum; ancak dünyadaki çiftçileri yoksulluktan kurtarmayacağını da biliyorum. Biliyorsunuz, çok sıklıkla, insanlarla konuştuğumda, tüketicilere oldukça alaycı ve kuşkuyla yaklaştığımı sanıyorlar. Aslında tüketicilere oldukça sempati duyuyorum. Sorun şu ki; tüketici kültüründe yaşamıyoruz; kurumsal kültürde yaşıyoruz. Tüketiciyi daha fazla ödeme yapmak istemediği için suçluyoruz ancak gerçekte dünya bundan daha karmaşık. 22 dolarlık bir kot pantolona, eğer, Bangladeş’teki işçilerin adil maaş almasını, doğum iznini ve çalışma koşullarının iyileştirilmesini eklersek, ortalama bir tüketicinin 3-5 sent fazla ödemesi gerekecekti. Çoğu tüketici 3-5 dolar fazla ödeyebilir ama şirketler buna müsade etmiyor.
-İnsanlar bu kadar karmaşıklığa sahip olan dünyada doğru şeyi nasıl yapabilir?
İnsanlar etik olan ürünleri satın almalı. Fakat bunu söylerken hatırlamalıyız ki; etik olanı ve olmayanı bulabilmek için zamana ve kaynağa sahip çok azımız var. Bence, tıpkı Adil Ticaret gibi; kendimizi bir şeylerin tüketicisi olarak düşünmeyi bırakmamız gerekiyor. Bunun yerine kendimizi onların vatandaşı olarak görmemiz gerekiyor.
-Kahve bu vatandaşlığa giden yolda bize yardımcı olur mu?
Bence, bu kitabın okunmasının sebebi, kahve devletlerine yapılan vurguyla ilgili. Devlet hakkında romantik fikirler sunmuyor çünkü devlet çok korkunç şeyler yaptı. Bence asıl sorulması gereken soru şu; devletin yalnızca zenginler ve güçlüler için mi çalışmasını istersin; yoksa senin için mi bir şeyler yapmasını istersin? Bu açıdan bakıldığında; tarih, devletin kahve sektörü için daha iyi şeyler yaptığını gösteriyor ve gelecekte de daha başarılı kahve çiftçileri olabilecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder